Uşak TV
2014-04-30 00:00:00

SÖZKESENLERİN İLAHLIK MÜCADELESİNDE İKTİDAR VE ŞAHSİYET.

ALİ GALİP BALTAOĞLU

admin@usak.tv 30 Nisan 2014, 00:00

Çoğu zaman insanlık, iktidarı ve şahsiyeti bir arada göremez! İktidar güçtür. İnsanlar ise güç ister, istemekten de öte, gücün arzu ve şehvetiyle yanar tutuşur. Zanneder ki, güce kavuşunca mutlu olacak, bütün istekleri gerçekleşecek, dünya ayaklarının altına serilecek, ulvi kabul ettiği amaçları hayata geçecek, maddi manevi huzura erecektir. Hâlbuki kuraldır, güç bozar, mutlak güç ise, mutlaka bozar. İktidar şahsiyetleri öğütür ve ezer geçer. İktidarın cezbesine kapılanlar şahsiyetlerini kurban etmekte tereddüt göstermezler.

Nisa Suresi’nin 56. ayetinde, Allah güçlü ve hakim olduğunu söylüyor. Güçlü ve hakim olanın yalnızca Allah olduğunu, Allah’ın bu konuda asla ortaklık kabul etmediğini bilen ve içselleştirenler, iktidar selinin önünden şahsiyetlerini kurtarabilirler. Ancak bu gerçeği idrak edenler, iktidarı, gücü, halkın ve insanlığın, faydasına kullanma yetisine sahip olurlar. Ne var ki, gücün ve şerefin Allah’ın yanında olduğunu bilmek lafla olmuyor. Hem benlik, hem de insanlık planında çok ciddi aksiyon ve tekamül süreci gerektiriyor.

Beşeriyetin nefis mücadelesinin esasında ve hayatı anlamlandırma çabasının temelinde gücü kullanma terbiyesi yatar. Nefsini terbiye edebilen, iç hesaplaşmasını (murakabe) canlı ve uyanık tutabilen insan olmak kolay değildir. Bu yolda en büyük tehlike ise iktidar veya iktidarla birlikte olmaktır.

Nefis murakabesini, iç hesaplaşmasını canlı tutamayan, hak ve adalet ilkelerini hayatının mihengi haline getiremeyenlerin şahsiyet olması mümkün değildir. Şahsiyet olamayanların iktidar olması veya iktidarın yanında yamacında bulunması kadar tehlikeli bir şey yoktur. Beşeriyetin tecrübi bilgileri şunu göstermektedir. İktidarla olmak çoğu zaman hiçbir adaletsizliğe karşı çıkmamak demektir. Yaşanan süreçlerde şeref ve haysiyeti gözetmeyi ikincil olarak görmeye başlamak demektir. Daha da kötüsü yüce idealler uğruna olduğu iddiasıyla, büyük yanlışlara imza atmak demektir. Peygamberin izinden gidiyorum derken gerçekte Makyevel’in ardına düşmektir. “Hedefe giden yolda her şey mübahtır” anlayışının tecessüm etmiş hali olmaktır, iktidarla olmak.

Bazı insanlar ve örgütlü yapılar için de sözde ulvi gayelerin aracıdır iktidar olmak. Her ne şekilde olursa olsun, bunu başarma arzusuyla doludurlar. İktidar olmak için her şey feda edilir. İlk feda edilen ise şahsiyetlerdir. Oysa şahsiyet inşası bir cehd işidir. Büyük emek ve gayret gerektirir. Şahsiyet inşası sağlam olmayanın, böyle bir cehde girişmemişlerin şahsiyet hakkında bir fikri bulunması da mümkün olmaz. Halbuki şahsiyetsiz olmakla ahlaksız olmak aynı şeye tekabül eder. Şahsiyetsizseniz ahlaksız, ahlaksızsanız şahsiyetsizsiniz. Üçüncü bir yol yok.

Ne var ki, şahsiyet fukaraları hayatın içinde bunu hiçbir zaman fark edemezler. Yanlış giden bir şeylerin olduğunu elbette hissederler. Bu hislerini, bir bütünün parçası olarak gidermeye çalışırlar. Bu kadar insan ve önder yanlış yolda gidiyor olamaz ya, derler. Sürünün bir parçası olmak özgüvenlerini destekler. Kalabalıktırlar ve kelle sayılarına güvenmektedirler. Bu destekle kendilerini merkeze koyarak, merkezdeymiş gibi hareket ederek, sıkıştıklarında da sürü başından medet umarak, sürü sahibinin nüfuz ve gücünden istifade ederek ayakta kalmaya çalışırlar. Şayet sürü başı kendilerine iktidar imkânı sunamamaya veya sunmamaya başlamışsa, yeni iktidar iskelesine doğru iskele alabanda yaparlar. Selameti ve güveni Allah’ın yanında değil, her daim iktidar iskelesinde, iskelelerinde aramak gibi bir hastalığa duçar olmuşlardır. Yüce emelleri, davaları olduğunu düşünen insanların Makyevel felsefesiyle şahsiyetlerini adım adım yitirmeleri gerçekten çok acıklıdır. Fıtraten var olan şahsiyet malzemelerinin içini boşaltarak çürütmeleri ve kokutmaları ülkemizin en önemli problematiğidir. Fıtratı bozulmuş bir sürü kemiksiz adamın ortalıkta dolaşıyor olması tesadüfi değildir. Halbuki, yeryüzünde yaşayanların çoğuna uymanın Allah yolundan sapmaya yol açtığı, insanların çoğunun zanna uydukları, zan ve tahminle yalan söyledikleri hususu (Enam 116), beşeriyete ulaştırılmış çok önemli bir bilgidir. Peki biz Müslümanlar bugüne kadar neler söyledik nelere inandık? Sorgulayan kaç kişi var ? Örneğin bugünlerde uluslararası ananas uzmanı anlaşılan ünlü bir hoca+efendi (!) Bir Kuran emri: Ulül Emre İtaat başlıklı makalesinde şöyle söylüyor;

Bilhassa yüce bir davaya gönül vermiş olan mü’minler, Müslümanlığı alâkadar eden mevzularda, kat’iyen kendi başlarına hareket edemezler. Görüşürler, konuşurlar, meşveret ederler; gerekirse, meşveretsöz kesen birine götürülür, iş onun tespitiyle bağlanır ve ondan sonra ortaya konan her ne ise, herkes o hususta itaat ve inkıyat (boyun eğme teslim olma) eder” (//tr.fgulen.com/content/view/10300/18/)

Gerek Türkiye’de gerek yakın çevresinde bu tespitlere itiraz edecek kimse yoktur. Nitekim yakın zaman yani foyası iyice deşifre olana dek en ufak bir eleştiriye dahi tabii tutulmamıştır. Kimse ona sormaz, soramaz. Yaaa hoca madem iş (gerekirse) bir “sözkesene” götürülecek, meşverete, meclise, görüşmeye ne gerek var? Daha baştan işi birsöz kesene götürür, zamandan tasarruf ederiz! Bu satırları yazan şahsın inanlarının, Abant toplantıları adı altında anlı şanlı organizasyonlar düzenlediğini, bu toplantılardan birinin konusunun da Kapsayıcı Demokrasi ve İnsan Onuru olduğunu aklınızda tutunuz lütfen!

Gülelim mi ağlayalım mı bilmiyoruz ama, danışma ve görüşme kültürü olmayan bir toplumda söz kesen’e başvurma gerekliliğinin hiçbir zaman ortadan kalkmayacağını tahmin etmek için kâhin olmak gerekmez! Meşveretsöz kesen birine götürülür, gibi bir cümlenin saçma sapan ve cahilane bir laf olduğunu, söz kesen kavramının İslam Literatüründe ancak Allah’la ilahlık mücadelesine girişen Firavun kavramıyla özdeşleşebileceğini Müslüman aydınlar elbette bilir. 

Peygamberimiz bir söz kesen miydi? Müritlerden şakirtlerden kim soracak bu soruyu! Kimse sormaz, soramaz. Çünkü bunu soracak ne bir bilgi vardır ne de şahsiyet. Dahası en tabii sorular bile edep dairesi dışında ve saygısızlık tezahürü olarak kabul edilir, öyle öğretilir. Böylece aklı kullanma, düşünme ve sorgulama ihtimalleri ortadan kaldırılır.

Uhud savaşı sona ermiştir. Stratejik bir tepenin üstüne yerleştirilen okçular alınan karara uymamışlar ve zafer kazandıkları zannıyla yerlerini terkedince Müslümanlar büyük bir hezimete uğramışlardır. Yapılan hata yenir yutulur gibi değildir. İslam toplumunda birçok dul ve yetimin ortada kaldığı bir felaket yaşanmaktadır. Bu nedenle toplumda hatayı yapanlara karşı ciddi bir tepki vardır. İşte bu ortamda şu ayet nazil olmuştur: Allah’ın sana bir bağışı olarak onlara yumuşak davrandın. Kaba ve katı yürekli olsaydın çevrenden dağılır giderlerdi. Onları affet, bağışlanmalarını dile ve yapılacak işler hakkında onlara danış. Karar verince de ALLAH'a güven; ALLAH güvenenleri sever.(Ali İmran 159) Ayette peygamberimizin doğru ve güzel davranışı övülüyor ve toplumun işlerinde hata yapanların dışlanmaması gerektiği hatırlatılıyor. Kim yapıyor bunu? Allah! Diyor ki, onlara da danış. Temel bir gerçekle bitiyor ayet. Karar verince de Allah’a güven, zira Allah güvenenleri sever.

Şimdi bu düşüncelerin sahibine ve onun beynini yediği şakirtlerine, peygamberimizin bir söz kesen olmadığını, içinde yaşadığı toplumu, Allah’ın emirleri gereği, danışmayla görüşmeyle meşveretle, ortak aklı cari kılarak yönettiğini, Allah anlatamıyorsa kim anlatacak! Bir Kuran Emri: Ulül Emre İtaat başlığı altında, Allah’a ve resulüne iftira atıldığını kim söyleyecek. Nisa 46’da şu satırların muhatabının sadece Yahudiler olmadığını, Yahudileşmiş itikatların tümünün bu evrensel hitaba muhatap olduğunu kim anlatacak? “Yahudi itikadına mensup olanların bir kısmı, [vahyedilmiş] sözlerin anlamını çarpıtırlar; sözleri asıl bağlamından kopararak, [şimdi yaptıkları gibi] “İşittik ama karşı çıkıyoruz!” ve “Dinleyin ama kulak asmayın!” ve “Asıl sen biz[im sözümüz]e kulak ver [ey Muhammed]!” derler; böylece dilleriyle oyun oynarlar ve [sahih] itikadın yanlış olduğunu îma etmeye çalışırlar..

Kuranın emri olan ulül emre itaatinsöz kesenlere itaatle alakası yoktur. Tam tersine Kuransöz kesenlere yani firavunlara itaat etmemeyi emreder. Ruhbanların kitapları nasıl tahrif ettiği, sözlerin anlamlarını nasıl kaydırdığı da ayrı bir bahsin konudur. Allah bizlere gönderdiği kitapta bunların hikayelerini ve metotlarını ayrıntılı olarak anlatır. İkaz eder, dikkat çeker. Neden? İbret alalım ve sapmayalım diye! Kuran mesajını tahrif edereksöz kesenlere itaati öneren bir düşünsel yapının Kapsayıcı Demokrasi ve İnsan Onuru gibi konuları gündeme getirmesinde samimi olduğuna inanalım mı? 

Sonuç olarak, hiçbir zaman hiçbir iktidara şahsiyet göstermeyen, bu ve benzeri anlayışların temsilcileri birgün karar değiştirip mevcut iktidara karşı direniş sergilemeye başlamışsa ne anlayacağız? Son davranışları onların şahsiyet kazandıkları anlamına mı gelir? Elbette hayır. Bu onların mevcut iktidarın üstünde başka bir iktidarın varlığına inandıklarını, ona hizmet mecburiyeti altında olduklarına işaret eder. Dolayısıyla bundan sonraki davranışlarını mevcut iktidarın gerçekten iktidar olup olmaması belirler. Bu nedenle mevcut iktidar dirayet gösterir ve bunlara verilmiş nimetlerde kısıtlamaya gider ve bunlarda bir mahrumiyete sebep olursa, dezenformasyona uğramış şahsiyetleriyle bocalar bir ileri iki geri yapar dururlar. İki güç arasında gider gider gelirler, gerçekte kimin güç sahibi olduğuna, karar verdiklerinde, iktidara arz-ı ubudiyet gösterirler. Kah yeni kapıyı iktidar bellerler, kah yanlışlıkla posta koydukları iktidara karşı sadakatlerini arzeder, nikahlarını tazelerler

Sonuç olarak gücü Allah’tan bilmemek, beşerin şarlatanlarından, firavun müsveddelerinden medet ummak insanlara ve toplumlara çeşitli rezillikler yaşatır. Güçler arasında dansözlük yapmak mukadder olur. Sık sık başvurulan onursuz davranışlar söz kesenler tarafından, bağlılarına “ilmi siyaset” kavramıyla açıklanır. Onursuzluğa meşruiyet kazandırılır. Şahsiyetleri alınmış sürü haline getirilmiş zavallıların bunu anlamasını bekleyemezsiniz. Gerçekte izzeti, şerefi Allahtan bilmeyen, söz kesenlerin sözleriyle yönetilen, Allah’a güvenmeyen, Allah’ın dinini ve ayetlerini oyun ve oyuncağa çevirenlerin böyle bir stratejiyle hedefe varılacağını düşünebilmeleri traji komiktir. Aklını kullanmayan toplumun üzerine Allah pislik yağdıracağını vaat etmektedir. (Yunus100) Bu hengâmede şahsiyet olamayanların müşrik ve münafık konumuna düşeceklerini farketmemesi de doğaldır. Beşeri güçlere ve her türlü iktidara selam dura dura kazanılacak mevzi, varılacak hedef, olsa olsa hem bu dünyada hem öte alemde cehennem olur.

Sözkesen olmaya heves ederek, insanların söz haklarını ellerinden alan, kendilerinin heva ve heveslerine uygun şahsiyet üretenler tarih boyunca olmuştur.söz kesenlere konumlarını sağlayanlar zulüm yolunun parke taşları, cehennem ateşinin yakıtları olma yolunda ilerlemekte olduklarını fark etmelidirler. “Sakın zalimlere eğilim, yakınlık göstermeyiniz. Yoksa cehennem ateşi yakalar sizi; Allah’tan başka bir dostunuz, bir dayanağınız yoktur. O zaman O’nun yardımını göremezsiniz” hitabına (Hud 113) muhatap olanlar, gerçek gücün Allah’ta olduğunu, Allah’tan başka dost ve dayanacak bir güç ve iktidar olamayacağını, dünyevi iktidar peşinde koşanların, cehennem ateşine yakalanacağını bilirler. Bu nedenle de güçle aralarına mesafe koyarak, şahsiyetlerini, tahkim ederek, çürük ipliklere hülya dizmeyerek, ALLAH BANA YETER diyerek yaşarlar. Zira Allah kuluna yeter.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.