Uşak TV
2020-02-15 21:42:49

FETÖ ÖRGÜTÜ ASKERLERİ NASIL KANDIRDI?  

ALİ GALİP BALTAOĞLU

admin@usak.tv 15 Şubat 2020, 21:42

Sistemin içine sızmış, FETÖ’cülerle, istismarcılarla ve menfaatçilerle, mücadele etmek, sahih bir akıl, eleştirel ve sistematik düşünce sistemi, istihbari bir yaklaşım gerektirir. Türkiye mevcut insan kalitesiyle ve siyasi aklıyla maalesef bu konuyu çözemez gibi görünüyor.

FETÖ bir sopa olmuş herkes birbirine sallıyor. Kimse bu mücadelenin kriterlerini konuşmuyor. Mücadelenin nasıl yapılacağı, ortaya çıkan sorunların nasıl giderilebileceği hakkında fikir üretmiyor. Aslında üreten çok az miktarda insan var ama bunlarda siyasi etkinliği olan partiler ve gazeteciler olmadığı için sesleri duyulmuyor. 15 Temmuz darbe teşebbüsünü gerçekleştiren komuta kademesi, darbeye katılan askerler ve polis teşkilatı mensupları haricinde bu işten çaycının çorbacının zarar gördüğü fikri halkta yaygın. Siyasal iktidar bu algıyı değiştirecek hiçbir şey yapmıyor veya yapamıyor. Adalet dağıtacak kurumlar kilitlenmiş ve herkes birbirinden korkuyor. Bu nedenle aman bana bulaşmasın derdine düşmüş kamu görevlileri inisiyatif almıyor, görevlerini layıkıyla yapamıyor.

Üç yıldır yapılanlara söylenenlere bakıyor, anlamlandıramıyorum. Çoğu zaman, orta öğretim düzeyinde hamasi, çocukça, manasız, genel geçer, hiçbir soruna çare olmayan, aksine sorunu daha da kronikleştiren ve işin içinden çıkılmaz hale getiren birçok söz ve fiil görüyorsunuz.

İktidar, muhalefeti, muhalefet iktidarı FETÖ’nün siyasi ayağı olmakla suçluyor. En son İlker BAŞBUĞ bir kuyuya taş atıp iktidarın zayıf tarafını kaşıdı. Siyasi ayak tartışması başladı ve kırk akıllı atılan taşı çıkaramıyor. Hemen bir cepheleşme başladı. BAĞBUĞ haklı diyenler, haksız diyenler, asıl FETÖ’cünün KILIÇDAROĞLU olduğunu söyleyenler gündemi kapladı.

Yalın gerçek şudur. FETÖ’ye kim ne kadar hizmet etti tartışması çıkmaz sokaktır ve hiç kimse bu işten kendini kolay kolay sıyıramaz. Bu konuda FETÖ tarafından kandırılmayan kişi, kesim ve kurum yok gibidir. Bu bağlamda iktidar kadar, bu işin büyütülmesinde askerlerin de bilerek bilmeyerek desteği çok büyüktür. Bugüne kadar bu konu yeterince tartışılmamıştır. Çünkü irtica ile mücadele kavramı içinde askerler kategorik olarak FETÖ karşıtı olarak algılanmıştır.

 Halbuki bu konu derinlemesine incelendiğinde askerler için çok şey söylenebilir. İlker BAŞBUĞ elbette FETÖ’cü değildir. Ancak, BAŞBUĞ dönemi dahil, öncesi ve sonrası üst düzey komuta kademelerinin bu işte günahı çoktur. Devirlerinin etkili komutanları Atatürkçülük adına orduda başörtülü avcılığını irtica ile mücadele zannetmişlerdir.

Hatırlayın 28 Şubat günlerini, basit bir subay basın önünde o günün başbakanı ERBAKAN’a galiz hakaretler etti. İslami kimliği öne çıkan siyasetçiler, askerler tarafından hedef alındılar. Yollarda tank yürüttüler. Rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU gibi, devlet bilinci yüksek bir siyasetçiye dahi, “Ordu gözbebeğimizdir; ancak namlusunu millete çevirmiş tanka selam durmam” dedirttiler. Bir orgeneral devrin İçişleri Bakanı Meral AKŞENER’i yağlı kazığa oturtmakla tehdit etti. Toplumun büyük bir kesimini fena halde yaraladılar. Ordu evleri önünde başörtülü eşleri ve anneleri mahzun ve mağdur ettiler. Milletle restleştiler. Toplumun büyük bir kesimi askerden soğudu. Askerin bu rijit tutumu Ergenekon kumpasının çok uzun süre fark edilmemesine ve kamuoyu desteğini arkasına alamamasına sebep oldu. FETÖ, iktidar desteğinde BAĞBUĞ gibi genelkurmay başkanlığı yapmış bir komutanı terör örgütüne isnat ederek tutukladı!

Asker bu noktaya nasıl geldi?

Atatürkçü paşalar, ordudan eşi başörtülüleri atarken, başörtülü veya başörtüsüz FETÖ’cüleri gözden kaçırdılar! Anlı şanlı profesörlerin, rektörlerin üniversite kapılarında başörtülü kızları ikna seansı düzelendekileri gibi, üst düzey askerler de eşi başörtülü FETÖ’cü subaylara, yüksek kültür ve etki güçleriyle nasihat ederek onları ıslah çalışmaları yaptılar! Atatürkçü komutanların nasihatleri sonucu FETÖ’cü subaylar söz dinleyip eşlerinin başörtülerini çıkartıp attılar! FETÖ’cü subay eşleri modern kıyafetlerle ordu evlerinde arzı endam ettiler. İşi iyice abartıp, mini eteğe kadar vardıranlar olduğu gibi, mutlu günlerde, birkaç kadeh yuvarlayanlar bile oldu!

Atatürkçülüğü, İstiklal-i Tamme, yani Tam Bağımsızlık düşüncesinde değil, sofrada içilen alkole indirgeyen, irtica ile mücadele bilincinin geldiği acıklı nokta buydu! Askerler, bu tür olay ve olgularla mutlu oldular ve kazandıklarını zannettiler! Halbuki içten çürümüş, çürütülmüşlerdi! Subaylarını doğru yola döndüren Atatürkçü üstler bu personellerinin önünü açıp en üst düzey sicil verdiler. Yükselttikçe yükselttiler. Çok sevdiler onları. Sadık görünümlü sevimli eğitimli, saygılı ve çalışkan insanlardı FETÖ’cüler! Söz de dinliyorlardı. Neden sevmesinlerdi ki?

Askeri okullarda soruları çaldırdılar. Ruhları duymadı. Bu yapının 1980’li yıllardan beri ordu ve istihbarat içindeki NATO’cular tarafından desteklendiğini ve büyütüldüğünü anlamadılar. Kendileriyle birlikte irtica mücadelesi yapan, tavşana kaç tazıya tut diyen, her daim mağduru ve mazlumu oynayan FETÖ adlı düşman istihbarat örgütünün ajan subaylarını Türk Ordusu’nda yükseltip rütbeye boğdular. Samimi Atatürkçü ve milliyetçi komutanlar, Amerikancı, NATO’cu Atatürkçü (!) komutanların, FETÖ’ye şeytani desteğini son ana kadar göremediler! Bu arada FETÖ mevcut iktidarı darbe ve asker sopasıyla korkutup esir aldı. Dolayısıyla ne istediyse aldı. Ne istedilerse verildi!

Özkök’ün İtiraf Gibi Beyanı

Daha bugün eski genelkurmay başkanı Hilmi ÖZKÖK kendini savunma adına itiraf niteliğinde ilgi çekici beyanlarda bulundu. Fetullahçıları niçin ordudan temizlemediniz?" iddialarına "O zamanlar Fetullahçılık, kanunen bir suç değildi. Kanunun suç saymadığı bir konumda olan kişiye 'Ordudan atmak' gibi ağır bir ceza verilebilir mi?" diye cevap veriyor. Bu cevap FETÖ’nün orduda himaye gördüğünün itirafıdır.

ÖZKÖK’ün savunması beni tatmin etmedi, sizi etti mi bilmiyorum! Bu durumda şu soruyu sorarlar adama. Her askeri şurada, kanunen bir suç işlemiş askerleri mi ordudan atıyordunuz? Nitekim, bu sorunun cevabı olabilecek bir şeyler de söylemiş. Aynen şöyle diyor: “Ancak biz İstihbarat organlarının (MİT ve Emniyet İstihbarat birimleri) bu gibi yapılara veya düşünce sistemlerine bulaşanları bize bildirdiğinde veya biz böyle bir duruma vakıf olduğumuzda bu kişilerin hem askeri hem de irticai örgüt bağlantılarından emir aldıklarını değerlendirerek 'disiplinsizliklerine' kanaat getirdik. Bu nedenden dolayı Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararıyla ordudan ihraç etmekteydik.”

Bu cevap daha makul görünüyor ama yine tam olarak doğruyu ifade etmiyor. ÖZKÖK sorumluluğu istihbarat kurumlarına atıyor. Hâlbuki askerin kendine ait istihbarat birimleri olduğunu ve nasıl çalıştığını biliyoruz. O günlerde kağıt üzerinde olmayan yetkileri dahi kullandıkları, irticai örgütleri takip anlamında faal göründükleri, tecrübelerimizle sabittir. Ayrıca askerin MİT’de en üst düzey temsilcilerinin ve personellerinin olduğu da bir vakıa. Sonuç olarak ÖZKÖK’ün ifadeleri bir yandan kabulün, diğer yandan bir aczin ifadesidir.

Ancak İstihbarat kurumlarından sağlıklı bilgi akışı olmadığıyla ilgili haklı olduğu taraflarda çok. 1946’dan beri istihbarat birimlerimize sızmış ABD gerçeğini de kabul etmek durumundayız. Dolayısıyla ÖZKÖK’ün kendine siper edip sığındığı istihbarat raporlarına bağlı olarak YAŞ ihraç kararlarıyla da bilerek veya bilmeyerek FETÖ kadrolaşmasına hizmet edilmiştir. Muhtemelen FETÖ’cü olmayan dindar askerler için raporlar yazılmış, bu raporlarla YAŞ vasıtasıyla birçok personel ihraç edilmiştir. Bu tür olaylar FETÖ’nün orduda kadrolaşmasını sağlandığı gibi, onları dengeleyecek araçlardan mahrum kalınmasına yol açmıştır. FETÖ’nün ordu içinde Amerikan uşağı olmayan Atatürkçü, milliyetçi veya sol görüşlü personellere hazırladığı kumpaslarla sicillerini bozması, bunların önünü kesmesi, bir kısmını da YAŞ vasıtasıyla ihraç etmesi ayrı bir kalem olsa gerek. Kadrolaşmada doğal denge bozulmuştur. Ordu bu anlamda büyük bir savaş alanıydı ve bu savaşı FETÖ kazandı.

  Şimdi sanki bunlar bu ülkede yaşanmamış gibi herkes birbirini FETÖ’cü diye boğazlıyor! Troller ortalığı kasıp kavuruyor.

Bugün fikir namusuna sahip samimi askerlerden özeleştiri yapanlar var ama çok az. İsmail Hakkı PEKİN “Haftanın tartışmasının arka planı: Askerlerin sivil mahkemede yargılanma kararı nasıl alındı?” başlıklı makalesinde bu konularda da samimi bir özeleştiri yapmış. Gönül ister ki, bütün kesimler yapabilmeli ama öyle olmuyor.

28 Şubat’ın FETÖ’ne Katkısı

Bugüne gelinmesinde 28 Şubat’ın halk üzerindeki olumsuz tesirleri çok açıktır. Bugün bazıları hala 28 Şubat savunuculuğu yapıyor. Halbuki bugün gelinen nokta da, FETÖ’nün ordu içinde yapılanmasının son adımı 28 Şubat ve sonrası faaliyetlerden kaynaklanır.

 Hafızaları tazeleyelim. Fethullah GÜLEN ERBAKAN’ı eleştirmiş, FETÖ gazeteleri askerlere destek içerikli bomba gibi başlıkları manşetlerden girmişti. O günlerde Zaman Gazetesi’nin ”TANK HEYACANI” başlığını hiç unutamam. Birileri namlusu millete çevrilen tanka selam durmazken, yerli görünümlü ABD/MOSSAD ajanları namlusu millete çevrilmiş tanktan heyecan duyuyordu!   

 GÜLEN’in "Asker demokratik yollarla sorunların çözümünü istedi" “asker sivillerden daha demokratgibi sözleri Aydın Doğan medyasında bolca manşet yapıldı. GÜLEN sapığı, tarihin gördüğü bu en büyük manyak, 28 Şubatı yapanların sevap kazandığınıdahi iddia etti. Bu ultra sapık din derslerini mecburi yaptı diye Kenan EVREN’in cennetlik olduğunu ilan etmişti. Ki bu söyleme EVREN dahi karşı çıkmış, kimin cennetlik olduğunu Allah bilir diye tepki göstermişti. EVREN dahi bu sözde din adamına Kur’ani bir hakikati hatırlatmış, “Allah’ın alanına girme” demişti. Hakkında olumlu düşünmediğim EVREN’in tasvip ettiğim bir çıkışıydı. Bugün muhafazakarların liderlerini, şeyhlerini peygamberle kıyaslaması, kutsaması, lidere dokunmanın ibadet olduğunu iddia etmesi gibi eylemlerini hüzünle izliyorum. Henüz bunlara haddini bildirecek bir lider veya şeyh çıkmadı! Bütün bu üzücü eylem ve sözler, şirki itikat haline getirenlerin siyaset hayatındaki acıklı tezahürleri olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal ve kültürel tarihine geçti.

Askerde Kandırıldı

Konumuza dönelim. Dolaysıyla ben o günlerde askerlerin Fethullah GÜLEN mensuplarına karşı bir muhalefetinin değil, tam aksine gizli, açık desteğinin söz konusu olduğunu düşünenlerdenim. Maalesef o günün asker aklı FETÖ yapısını kendine yakın buldu. Dahası asker, FETÖ’nün kendilerine olan sıcak yaklaşımını, karşı cephede açtığı bir gedik ve/veya laik cepheye açık bir destek olarak mütalaa etti. Düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla hareketi yeğledi. 28 Şubat sürecinde askerde maalesef kritik düşünen bir kurmay aklı olmadı. Böyle bir akıl varsa da biz farkında olmadık! Sonuçta bugünlere geldik.

En ileri sol hareketlere bile sızmış ılımlı İslam kisvesindeki bir düşman istihbarat örgütünün, iktidar partisi dahil hiç bir partiye, tarikata, cemaate sızmaması mümkün değildir. Bugün de tarikat ve cemaatler yoluyla mevcut iktidara tesir etmeye devam ediyor kanaatindeyim. Eskiden sıkı FETÖ’cü olarak bildiğim bir çok kişinin FETÖ’den hiçbir işlem görmemesi ve her birinin farklı tarikat ve cemaat kimlikleriyle ortalarda dolaşması tesadüfi olmasa gerek! Farklı renklere bürünerek farklı dernek, vakıf, tarikat, cemaat ve siyasal kurumlara sızdılar. En büyük FETÖ düşmanı da görünürde bunlar! Tedbir alınamazsa ülke bu durumdan çok büyük zararlar görecek.

 Bugün her siyasal oluşum bu yönde kendini denetleyen mekanizmaları harekete geçirmelidir. Türkiye gündemi yanlış iddia ve isnatlarla FETÖ sorununun savsaklanmasına yol açan sürece girdi. Meselenin aslına bir türlü gelen yok. FETÖ konusunda yapılan ve süreklilik kazanan yanlışlardan dolayı bir DUYARSIZLAŞMA süreci başladı. Darbe teşebbüsünden sonra FETÖ ile mücadeleye verilen büyük halk desteği gücünü kaybetti. Bu durum iktidara kan kaybettiriyor. Halkın bildiği para ve finans kaynağı tanınmış FETÖ’cülere işlem yapılmaması, yapılanların ise kahir ekseriyetle yargı kurumlarınca aklanmış olması, bu konudaki güvensizliği en üst seviyelere çıkardı. Darbeden 3 yıl sonra bile yargının içinde 1000’in üzerinde FETÖ’cünün olduğu iddiaları nereye gidiyoruz sorusuna neden oluyor. Halk gerçekten şaşkın.

FETÖ Gerçeğine Dair Bir Hatıra

 FETÖ ile mücadele ettiğini söyleyen en üst düzey görevliler dahil kimse bu örgütü layıkıyla çözebilmiş değil.  Bir hatıra ile FETÖ’nün ne olduğunu anlatmaya çalışayım.

Rektör Sait ÇELİK’le yakın mesai arkadaşlığı yaptığım dönem. Yıl 2012 bahar ayları, güneşli bir Pazar günü. Açıköğretim Fakültesi sınavlarını yapıyoruz. Öğleden sonra çalıştığımız büronun önüne çıktım ve bir banka oturdum, hava alıyorum. Son derece ölçülü, beyefendi bir adam yanıma yaklaştı, selam verip hatırımı sordu. Ben de aynı nezaketle mukabele ettim ve yanıma davet ettim, buyurun oturun dedim. Tanıştık. Lafa girdi. Hocam ben sizi karşıdan tanıyorum, iyi bir insan olduğunuzu,  insanlara yardımcı olduğunuzu biliyorum gibi laflar söyledi. Gerçekten de genellikle zayıflar, idareyle sorunu olanlar,  rektörle görüşme yolu arayanlar vb. bana gelir dertlerini anlatırlardı. Haklı bir talepleri varsa kendim çare olmaya çalışır, sorunu aşamıyorsam ve gerekiyorsa muhatabı rektörle görüştürürdüm. Ancak, ilk defa gördüğüm insanların gereksiz iltifatları beni uyandırır ve alıcılarımı teyakkuza geçirir.

  Bu arkadaş Üniversitemize güvenlik müdürü olmak istiyormuş. Talep edilen makamı dikkat buyurun! Bir takım aşamalardan geçmiş, iş rektörde tıkanmış. Benim araya girmemi ve rektör hocayla konuşmamı talep ediyordu. Zor durumda olduğunu, okuyan çocukları olduğunu bu nedenle ailevi sıkıntılar çektiğini vs. anlattı. Tabir caizse damardan girmeye çalıştı.

Ertesi gün rektör hocaya gittim ve konuyu açtım. Adamın şimdi hatırlayamadığım  ismini söylediğimde rektör  hocahayret ya Ali Galip Hocam seni mi buldulardedi. Rektörden bu kişinin o günkü tabirle cemaatten olduğunu, cemaat  ve  cemaatin kullandığı tüm referanslar işe yaramayınca beni kullanmaya çalıştıklarını öğrendim. Hoca hayret etmekte haklıydı zira özellikle o günlerde hizmet hareketi diye anılan cemaat benim asla tasvip etmediğim, 1982 yılından beri aleni olarak karşılarında tavizsiz durduğum bir yapıydı. Bunu bütün üniversite öğrencilerim ve yakınlarım bilirdi. Rektör Sait Hoca’nın  “Ali Galip Hocam gördün mü adamları, senin yolunla bile kapıyı zorlamaya cüret edebiliyorlar, bunların yapamayacakları şey, fırsatını bulurlarsa kullanmaya çalışmayacakları adam yok. gibi bir söz söylediğini hatırlıyorum.

İşte FETÖ böyle bir yapı dostlar. Onlar için denenmeyecek yol yoktur. Düşmanlarından, muhaliflerinden dahi bir şekilde istifade etmeye çalışırlar. Yeter ki hedefe ulaşsınlar.

FETÖ stratejilerini bilmeden onlarla mücadele edilemez. FETÖ öncelikle kişileri ele geçirir ve sadık asker yapar. Ele geçiremezse dost ve/veya sempatizan yapmanın yoluna bakar. Güçlülerle açıktan çatışmaz. Tehlike gördükleri kişilere zarar verirler. Fakat yaptıklarını başkaları eliyle görünmeden yapar, sanki sorumlusu değilmiş gibi dost görünerek, zarar verdikleri insanlara yanaşırlar. Kişiler önemli ise ve yapıya sempatileri yoksa, aile içinden ele geçirilirler. Ya  damat, ya da özel eğitilmiş kızları yoluyla siyaseten önemli ailelere akraba olunur. Ki bu kesin çözümdür. Geçmişte aslında FETÖ ilişkisi olmayan bazı Ak Parti  ileri gelenlerin damat  krizlerinin sebebi budur.  Bu imkânların olmadığı yerde kardeş enişte yeğen vb. vasıtalarla stratejik kişilere yanaşma imkânları kullanılır. FETÖ’de hile ve desise bitmez.

FETÖ adlı örgüt aslında bir istihbarat örgütüdür. Bu örgütle mücadele istihbaratçı gibi düşünmeyi, geçmişte FETÖ ile sıcak ilişkileri olan herkesi paranteze almayı gerektirir. Hele bunlar önlerine gelene FETÖ’cü diye isnatta bulunuyorlarsa daha da dikkat kesilmek gerekir. Bugün ülkede hırsı aklının önünde giden bazı menfaatperestleri ele geçiren kripto FETÖ’cüler, bunları tepe tepe kullanmaktadırlar.

 Bir çok masumu yaktılar. Suçsuz insanlara FETÖ’cülük isnat ederek, bu isnatlarını medya yoluyla görünür kılarak, görevini suiistimali eden kamu görevlilerini kullanarak ülkeyi karıştırdılar. Rektör Sait ÇELİK hayatından 2.5 yıl çalınan bu kurbanlardan biridir.

Daha yenilerde Sabah Gazetesi muhabiri Tülay CANBOLAT, Bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla tutuklandı. Bu şahıs ciddi FETÖ düşmanlığı yapmakla tanınıyormuş. Yargı karar verecek. Suçsuz olmasını temenni ederek soruyorum. İktidarın gazetesinde Cumhurbaşkanının eşinin faaliyetlerini takip etmekle görevli bu muhabir, şayet FETÖ’cü ise neler yapmış, kaç kişiyi yakmış olabilir? Cumhurbaşkanımızın eşi hanımefendiye yakınlığını nasıl ve nerelerde kullanmış olabilir? Sadece düşünün! Durumun vahametini anlayacaksınız.

Evet dostlar durum çok vahim. Bu nedenle işin ciddiyeti fark edilmeli, hakikatler konuşulmalı ve el birliğiyle ciddi tedbirler alınmalıdır. FETÖ, bütün kesimlerin sopası olmaya devam ettikçe, savsaklanmakta, FETÖ mağdurlarının derdine çare olunmamakta, ülke içte ve dışta uçuruma sürüklenmektedir. Zayıf ve cepheleşmiş bir toplumla hiçbir düşmana karşı kazanmak söz konusu değildir. Aklımıza başımıza almanın zamanı geldi de geçiyor bile!

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.